T.C. İÇİŞLERİ BAKANLIĞI
WEB SİTESİ GİZLİLİK VE ÇEREZ POLİTİKASI
Web sitemizi ziyaret edenlerin kişisel verilerini 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu uyarınca işlemekte ve gizliliğini korumaktayız. Bu Web Sitesi Gizlilik ve Çerez Politikası ile ziyaretçilerin kişisel verilerinin işlenmesi, çerez politikası ve internet sitesi gizlilik ilkeleri belirlenmektedir.
Çerezler (cookies), küçük bilgileri saklayan küçük metin dosyalarıdır. Çerezler, ziyaret ettiğiniz internet siteleri tarafından, tarayıcılar aracılığıyla cihazınıza veya ağ sunucusuna depolanır. İnternet sitesi tarayıcınıza yüklendiğinde çerezler cihazınızda saklanır. Çerezler, internet sitesinin düzgün çalışmasını, daha güvenli hale getirilmesini, daha iyi kullanıcı deneyimi sunmasını sağlar. Oturum ve yerel depolama alanları da çerezlerle aynı amaç için kullanılır. İnternet sitemizde çerez bulunmamakta, oturum ve yerel depolama alanları çalışmaktadır.
Web sitemizin ziyaretçiler tarafından en verimli şekilde faydalanılması için çerezler kullanılmaktadır. Çerezler tercih edilmemesi halinde tarayıcı ayarlarından silinebilir ya da engellenebilir. Ancak bu web sitemizin performansını olumsuz etkileyebilir. Ziyaretçi tarayıcıdan çerez ayarlarını değiştirmediği sürece bu sitede çerez kullanımını kabul ettiği varsayılır.
Web sitemizi ziyaret etmeniz dolayısıyla elde edilen kişisel verileriniz aşağıda sıralanan amaçlarla T.C. İçişleri Bakanlığı tarafından Kanun’un 5. ve 6. maddelerine uygun olarak işlenmektedir:
Web sitemizi ziyaret etmeniz dolayısıyla elde edilen kişisel verileriniz, kişisel verilerinizin işlenme amaçları doğrultusunda, iş ortaklarımıza, tedarikçilerimize kanunen yetkili kamu kurumlarına ve özel kişilere Kanun’un 8. ve 9. maddelerinde belirtilen kişisel veri işleme şartları ve amaçları kapsamında aktarılabilmektedir.
Çerezler, ziyaret edilen internet siteleri tarafından tarayıcılar aracılığıyla cihaza veya ağ sunucusuna depolanan küçük metin dosyalarıdır. Web sitemiz ziyaret edildiğinde, kişisel verilerin saklanması için herhangi bir çerez kullanılmamaktadır.
Web sitemiz birinci ve üçüncü taraf çerezleri kullanır. Birinci taraf çerezleri çoğunlukla web sitesinin doğru şekilde çalışması için gereklidir, kişisel verilerinizi tutmazlar. Üçüncü taraf çerezleri, web sitemizin performansını, etkileşimini, güvenliğini, reklamları ve sonucunda daha iyi bir hizmet sunmak için kullanılır. Kullanıcı deneyimi ve web sitemizle gelecekteki etkileşimleri hızlandırmaya yardımcı olur. Bu kapsamda çerezler;
İşlevsel: Bunlar, web sitemizdeki bazı önemli olmayan işlevlere yardımcı olan çerezlerdir. Bu işlevler arasında videolar gibi içerik yerleştirme veya web sitesindeki içerikleri sosyal medya platformlarında paylaşma yer alır.
Oturum Çerezleri (Session Cookies) |
Oturum çerezleri ziyaretçilerimizin web sitemizi ziyaretleri süresince kullanılan, tarayıcı kapatıldıktan sonra silinen geçici çerezlerdir. Amacı ziyaretiniz süresince İnternet Sitesinin düzgün bir biçimde çalışmasının teminini sağlamaktır. |
Web sitemizde çerez kullanılmasının başlıca amaçları aşağıda sıralanmaktadır:
Farklı tarayıcılar web siteleri tarafından kullanılan çerezleri engellemek ve silmek için farklı yöntemler sunar. Çerezleri engellemek / silmek için tarayıcı ayarları değiştirilmelidir. Tanımlama bilgilerinin nasıl yönetileceği ve silineceği hakkında daha fazla bilgi edinmek için www.allaboutcookies.org adresi ziyaret edilebilir. Ziyaretçi, tarayıcı ayarlarını değiştirerek çerezlere ilişkin tercihlerini kişiselleştirme imkânına sahiptir.
Kanunun ilgili kişinin haklarını düzenleyen 11 inci maddesi kapsamındaki talepleri, Politika’da düzenlendiği şekilde, ayrıntısını Bakanlığımıza ileterek yapabilir. Talebin niteliğine göre en kısa sürede ve en geç otuz gün içinde başvuruları ücretsiz olarak sonuçlandırılır; ancak işlemin ayrıca bir maliyet gerektirmesi halinde Kişisel Verileri Koruma Kurulu tarafından belirlenecek tarifeye göre ücret talep edilebilir.
1-ARKEOLOJİK YAPI OLARAK VİRANŞEHİR:
Tarih, sümerlerle başlamakla birlikte, Sümerlerden önce de kimi insan topluluklarının yaşadığı fakat sümerlerden önce yaşayan topluluklar hakkında yazılı bir belge veya bulguya rastlanmadığından söz konusu toplulukların ne adları ne de faaliyetleri bilinmektedir.
Viranşehir, Anadolu insanoğlunun taş devrinden itibaren mesken tuttuğu dünyanın ender bölgelerinden biridir. Bununla birlikte, Mezopotamya ile Mısır’ın uygarlık düzeyi Anadolu ‘dan önde gitmiştir. Çünkü Anadolu ‘nun daha Neolotik dönemde olduğu bir sırada Mezopotamya köylüleri, madeni araçlar kullanmışlardır. Bundan dolayıdır ki, Viranşehir havalisinde yaşayan kimliği belirli belirsiz birçok insan topluluklarının tarihin çok eski devirlerine tekabül ettiği bir gerçektir. Bu konuda görüşlerimizi doğrulayan bir başka konu da gerek Adıyaman-Samsat ‘ta gerekse Harran ‘da ve Mardin-Hasankeyf’te yapılan kazılarda eski çağlara ait bulgular bulunmuştur.
Viranşehir’de özel olarak yapılan kazılarda ve tarihsel yorumlarda bu yörede çamur harçlı taş dolgulu evlerle tek sıralı taşlar üstüne kerpiçten yapılmış evlerin varlığı belirlenmiştir. Bu evlerin içinde, büyük ve küçük ocakların, şekillerin dibeklerin ve öğütme taşlarının bulunduğu ortaya çıkmıştır.
Eski çağlara ait ucu sivri mermer taştan yapılan kesici aletler, mağaralar, yeraltı yerleşim alanları bulunmaktadır.
Viranşehir ‘in güneyinde, Şibli mıntıkasında, dere yamacında bir metre yüksekliğinde, iki-üç metre enliğinde yeraltı evleri bulunmuştur. Bu gibi yerlerin detaylı bir araştırma sonunda, nice sırları beraberinde gün ışığına çıkaracaktır.
Viranşehir ‘in genel olarak gerek köylerindeki höyükleri ve gerekse Karacadağ ‘ın tepesindeki (Mandel), özel kazılarda tunçtan yapılmış kamalar ve ayrıca hayvan ve çok çeşitli heykelcikler bulunmuştur. Bunları hangi halkların kullandığı belirlenememiştir.
Ayrıca, Viranşehir-Harran arasında yapılan kazılarda çıplak kadın, kız ve erkek figürlerine rastlanmıştır. Bunlar, Viranşehir’in eski çağlardan beri bir yerleşim merkezi olduğunu kanıtlamaktadır. Giyim ve kuşamın olmadığı, ilk insanlık tarihi olduğu söylenebilir.
SÜMERLER:
Viranşehir Tarihsel geçmişi m.ö. 7-8000 yıllarına dayanan insanoğlunun ilk yerleşim birimlerinden biridir. Buranın ilk uygarlıklarının kim olduklarını ancak gerçek anlamda yapılacak bir arkeolojik kazılar sonucunda bulunabilir. Tarih, Sümerlerle başlamakla birlikte onlardan önce yaşayan toplulukların adları ve faaliyetleri bilinmemektedir. İlk olarak güney mezopotamya bölgesinde küçük bir kavim olarak ortaya çıkmaktadır. M.Ö.4000 yıllarının ikinci yarısında kuzey mezopotamya’ yı içine alabilcek birleşik bir devlet kurmuşlardır. Sümerlerin Kuzey Mezopotamya ya yerleşmeleri ile birlikte Viranşehir ve çevresi Sümerlerin yerleşim alanı arasında görmekteyiz. Uygarlığın mezopoyamya da oluşması coğrafik olarak yaşamaya elverişli olmasından olsa gerek.
Viranşehir ve çevresinde akarsu yataklarının fazla oluşundan dolayı uygar merkezlerin içinde yerini almıştır. Viranşehir eski çağlarda kurulmuş bir şehir olmakla beraber resmi olarak Mezopotamyanın ilk yerleşik düzene geçen Sümerlerin egemenliği altında olduğu şüphe edilemez. Sümerlerin Viranşehir ve çevresinde çiftçilikle uğraşları geride bırakmış olduğu tüm yönüyle canlı olarak durmaktadır. İlk sulu tarıma Sümerlerin yaptığını tarihi araştırmalardan anlaşılmaktadır. Gerek Fırat’tan veya Karacadağ eteklerinden getirmiş oldukları su kanalları ve hendekleri bulunmaktadır. Viranşehir de Sümerler döneminden günümüze bir de kültürel dil anlamında kalıntılar bulmak mümkündür.
Sümerler M.Ö. 3500 yıllarında kullandığı resim yazısını çivi yazısına dönüştürdüler. Sümerce dilinin 1000-2000 yıl sonra unutulmaya başlanmış ancak çivi yazısının kullanımı devam etmiştir. Sonraları Sümerlerin kültürel mirasçıları olan Babiller tarafından benimsenmiştir. Babillerin kullandığı Akadça ise Sami kökenli bir dil idi. Dolayısı ile Sümerce ile bir ilişiği yoktur. Asurlarda bu dili benimsemişlerdir. Hitit, Huri ve urartu dilleri de çivi yazısı ile yazılmıştır. Sümerlerin Mezopotamya ‘sında babaya kutsallık ifade edilmesi Viranşehir ve çevresinde de yaygındır. Viranşehir yöresinde Aslanbaba-Gürgürbaba Siverek’te Koç Alibaba gibi kutsal türbeler bulunmaktadır. Bundan öte din ulularına önderlerine baba olarak hitap edilir. Şimdi bu anlamda baba adı Sümerlerde tapınak ve tanrıça adları arasında geçer. Sümerlerde baba Lagaş’ ın tanrıçasıdır. Ayrıca Sümerlerde tıpkı "baba" adı gibi "ana" da sümer kökenlidir. Sümerlerde "anna" bir tapınak olarak geçer. Bölgemizde de özel anne dışında dinsel ve olgunluk statülere haiz kadınlar için "ana" adı kullanılır. Öyle anlaşılıyor ki baba adı tarihsel değişim sürecinde genel olarak ulu kişilere önderlere ve aile reislerini ifade eder olmuştur. Viranşehir yöresinde baba kutsal anlamda kullanılması Sümerlerden kalan abidelerin ne denli canlı olduklarını göstermektedir.
Sümerlerin Viranşehir ve çevresinde dilsel bağlantılar daha da çoğaltılabilir. Bu konuya değinmekdeki gayem toplumlar tüm ilişkilerini kültürlerini ve her türlü faaliyetlerini dilde ortaya koyarlar. Uygarlıkların kökenlerini ortaya çıkarmak için dil bir anahtardır. Bu anahtarı yerinde kullandığımız zaman üstesinden gelemeyeğimiz güçlük yoktur. Onun için dil toplumların aynasıdır. Bir toplumu tanımak için dilini çözmek zorunludur. Sümerlerin Viranşehir bölgesinde bırakmış olduğu diğer bir örnek ise :
Sümercede "er" "eri" eski türkçede "er" "ir" latincede "vir" , pehlevicede "vir" moğolcada "ere" kelimelerine benzer olarak Viranşehir ve çevresinde erkek çocuğunu çağırırken "ero" kız çocuğuna da "ere" diye seslenir. Şayet çağrılan kişiye öfkelenmişse hitaplar bu sefer "kero" "keri" ye bırakır. Bunlara bakıldığı zaman Sümerlerden günümüze dilsel kültürlere rastlamak mümkündür.
Sümerlerde "lo" ( =adam) ile "lo-gal" ( =büyük adam) adlarındaki lo kelimesi günümüze dek ulaşmıştır. Viranşehir’de halk arasında "ero" hitabına karşılık aynı zamanda "lo" hitabı da yaygındır. "lo" aynı anlamda benimsenir. Ayrıca bir kısım halk türkülerinin sonunda yer alan "loy" "loy" tekerlemesinin anlamsız bir kelime olmadığı "lo" nun -y takısı almışbiçimi olduğunu sanmaktayım.
Sanatsal olarak Sümerlerden büyük kabartama taşlar,insan figürlerini süsleyen savaş ve ev aletleri,mızrak başları,ok uçları su testileri mezarlarında ise üstü işlenmiş uzun boncuklar bulunmaktadır.Ayrıca su kanalları bulunur.
HİTİTLER:
Etiler olarak adlandırılan Hititler Anadolu’ya gelmeden önce Hattiler buralarda yaşamaktaydı. Hatti adına ilk kez Akadlardan Sargon (2400-2300) tarihlerde yazdığı tablatlerde rastlanmıştır. Tevrat’ta bu iki kavimin özdeş olduklarını değerlendirmektedir.
Hatti kralı Subbiluliyuma, Kuzey Mezopotamya bölgelerine akınlar düzenleyip buraları alır. Buralarda bağcılık ve çiftçilikle uğraşırlardı. Bu Hattilerin mirasçısı gibi görünen Hititler Hattilerin gelenek ve göreneklerinin de mirasçıları olmuştur. 1900 yıllarında Asurilere bağlı beyliklerin elinde bulunan OHİRO (Karacadağ) ve Tela-Tila(Viranşehir) bölgesini egemenliklerine aldılar. Uzun bir süre tarımla yaşamlarını sürdürdüler. Kuzey Mezopotamya’da Hititlere bağlı Prenslikler halinde idareler mevcuttu. 1860 yıllarında tekrar Asurilerin eline geçti. Zaman zaman Hititler prenslikler adı altında Viranşehir’de egemenlik kurdular. Bunun mukabilinde: gerek Viranşehir’de gerekse Güneydoğu’nun bazı bölgelerinde rastladığımız Tomas ya da Tomast deyimine benzer olanı Hititlerde buluyoruz. Bilindiği gibi Tomast, post’ a bastırılmış, kapatılmış çökelektir. Bu yağlı çökelekten oluşan Tomast , aynı zamanda tulum peyniri olarak da ifade edilir. Hititlerde, garip bir tesadüftür ki, Domas(Damazsi,Tamazsi,Damasti,pret,Temasta bir.mf.Damassu, cm. Tamas) kelimesi bastırmak, tazyik etmek, kapatmak anlamına haizdir. Bu günkü tomas tarımcılık ve hayvancılıkla uğraşan Hititlerden kalması muhtemeldir.
ASURİLER:
Assur halkı Keldani, Babil, Arami halkları gibi semitik(Sami) kökenli bir halktı. Bu halklar bir aileden oluşmaktadır. Bu aile etnograflarca (Kavim bilimcisi) semitik (Sami) olarak tanıtılmaktadır.
Assuriler dini ve edebiyatta güneyde yaşayan Babillere hiçbir zaman bağlanmamışlardır. Daha çok değişik saf bir kan olmaya özen göstermişlerdir. Asur halkı Babiller gibi Sümer, Kassi ve daha bir çok halkla evlenmediklerinden daha çok kendi aralarında evlenmeyi gerçekleştiriyorlardı. Assuriler, kendilerinin Tanrı tarafından seçildiklerine inanırlardı.
Assurilerin ilk yöneticileri İSHAKKU ünvanı ile adlandırılıyorlardı. Bu ünvanın Rahip-Prenses anlamına geliyordu.
M.Ö. 1500 yıllarında Assurilerin yaşadıkları bölgelerde komşuları küçük ve büyük devletlerle çevrili idi. Batı ve Kuzeybatıda El-Cezire, yukarıda ise Arami siteleri doğu ve güneydoğusunda Suriye arazileri bulunuyordu. Bu sitelerden başka Assur yurdunun kuzeybatısı Fırat vadisi ile Dicle vadisini birbirinden ayıran (Kaşyar=) Karacadağ ve (İzla=) Turabidin Dağları çeviriyordu. Bu dönemlerde (TElla) Viranşehir ve Surriye’nin orta ve kuzey bölümleri Hititlerin elindeydi. Hititler Mısır ordularının saldırıları sonucunda dağıldılar. Ellerinde kalan yerlerde ufak tefek devletlere ayrıldılar. Bu aralarda Assuriler çevre site ve devletlere saldırılar düzenleyip, tekrar eski yerlerine çekiliyorlardı. M.Ö. 1418 yılında tam bağımsız bir devlet oldular.
M.Ö. 1345 yılında Asur tahtına oturan I. Adad-Nirari Kaldelilere bir savaş açtı ve bu savaşı kazandı. Bundan sonra 1290 yılında ise I.Şalmanassar günlerini savaşlarla geçiriyordu. Tela(Viranşehir) ve bölgesinde yaşayan Aramilere akınlar yapmaya başladı. Kinabu (Siverek) ve Urfa bölgelerini çiğneyerek Fırat’a kadar ilerledi ise de arkada çıkan bir isyandan dolayı hemen geri çekildi.
Şalmanassar’dan sonra M.Ö. 1115 yılında I.Tiglat-Plaser yönetimin başına geçer. Krallığının 4. Yılında Arami bölgelerine akınlar düzenler. Aynı zamanda Assurilerin halklarına huzursuzluk verdiği bir dönemdir. M.Ö. 900 yıllarında II. Assur Devletinin III. Kralı Assur Nasarpal taç giyme merasiminde dahi çevreye akınlar düzenlemekten geri kalmamıştır. Bu sıralar Tila(Viranşehir) çevresinde çeşitli siteler halinde halklar yaşamaktadır.
Bu tarihlerde Assuriler, çok zalim, gaddar vahşilikleri ile tanınan ellerine düşen esirlerinin kafalarından piramitler yapan kazığa oturtmalar, akla sığmayacak insanlık değerleri ile bağdaşmayacak tablolar sergilemektedir.
Bu dönemlerde Tila(Viranşehir) çeşitli siteler halinde halklar yaşamaktadır. Bunlardan bir tanesi Nirbolardır.
Nirbo /Neberdu/ Karacadağ’ın güney yamaçlarını ve şimdiki viranşehir kazasını işgal ediyordu. Üç sıra duvarla çevrili, pek kuvvetli bir şehir olan Tella=Tilli=tela nirboların en büyük şehri ve merkezi idi. Şimdiki Viranşehir bu şehrin yerindedir. Neberdunlar/NirdunlarKaracadağortaviran’adoğru yerlerde otururlardı.
Asur ordusu Kinabu civarında müttefik kuvvetler tarafından karşılandı. Yapılan büyük çarpışma Komuklar aleyhinde neticelendi. Parçalanan müttefiklerin bir kısmı Kinabu Kalesine kapandığı esnada Nirbolarda güneye doğru çekilmeye mecbur oldular. Asuriler önce şiddetli bir hücumla Kinabu ‘dan 600’ü öldürüldü. Geri kalanlarda esir edildi. İmparatorun emriyle diri diri yakıldılar. Nariru(Yeri belli değildir.Kinabu’nun oldukça yakınında, güney doğuya doğru bulunabileceği sanılıyor.) ahalisi bu sırada 350 silahla Kinabu’nun imdadına koşmuşlardı. Bunlar da Asur kuvvetlerine çatıp bozuldular, dağıldılar. Yalnız 50’si kurtuldu. Ötekileri diri diri yakılmaya mahkum edildiler. Şehirleri de düşman eline düşmüştü. Güneye doğru çekilen Nirboların yarısı El-Cezire çöllerine kaçmış yarısı da, Ohira=Karacadağ eteğine kendi biylik merkezleri olan ve kuvvetli üç sur ile çevrili bulunan Tella (Viranşehir) ‘ya girebilmiştir. Nirbolar Tella ‘da pek şiddetli bir mukavemet göstermişler ve Asuriye ordusunu oldukça hırpalamışlardır. Fakat Asur-Nazırpal kendi söyleyişine göre sonunda bunlarrında uç birimini mahvederek şehre hakim olmuşlardır. Asuriyeliler Tella ‘da son vahşiliklerini göstermişlerdir.
Esir düşen Nirbo ‘nun ileri gelenlerinden bazıları yakılmaya mahkum edilmiş, kalanlarının bir kısmının elleri, burunları ve kulakları kesilmiştir. Yine birçoklarının da gözleri oyulmuş, derileri yüzülmüş, dumanları tüten harabelerde kazıklanmıştır. Bu felaketten sonra Tella doğrudan doğruya Asuriye ‘ye tabii basit bir kasaba derecesine indirilmiştir.
Yalnız, Tella düşmekle işler hemen bitivermiş değildir. Doğu Nirbo reisleri, dağların sarplarına, ormanların sıklığına ve çokluğuna güvenerek Asuriye İmparatorluğu’na itaate asla yanaşmamışlardır.
İşpilibriya(yeri belli değil ihtimalen Derik veya Şamrah, Yakut, Metina bölgesidir.) Kalesine çekilerek orada mukavemete hazırlanmışlardır. Asur-Nazırpol yine kendi söyleyişine göre bunları da püskürtmüş, kendi fikrince tamamen muzaffer olmuştur. Bilhassa Tilgath Pileser zamanında Tila(Viranşehir) önemli bir merkezdir. Bu dönemde tahrip olan surların onarımı yapılmıştır. Yine Asur Kralı Tiglath Pileser Nairi şehir krallıklaarından söz etmektedir. Bu da bize açiklıkla gösteriyor ki Nairiler merkezi bir hükümet etrafında birleşmemiş şehir krallıkları şeklinde kendilerini yönetmişlerdir. Bu krala göre Nairi ülkesi Karacadağ ile Anti-Toros dağları arasında kalıyordu. Bu ülke kral tarafından çok övülmektedir. Bu krala göre ülke tamamen ormanlarla kaplı yemyeşildi.
Zamanında her taraf gibi Komukeli ‘nin güney bölgesinin yanı Karacadağ ile Tela (Viranşehir) az veya çok Asurileşmiş olduğu görülüyor ve bura halkını unutarak Asuriye uygarlığı içerisinde yoğrulmaya başladıkları imparatorun şahsına adeta bir Asuriyeli kadar içten muhabbet ve sadakat göstermeye çalıştıkları anlaşılıyor.
Sözün kısası işte bu dönemde burada yaşayan tüm halklar Asurilerden daha koyu birer Asuri kesildikleri farkedilir. Bu halkların cinslerini, dinlerini ve dillerini unutturan kuvvet ve sebebiAsuriye ‘nin mülki ve idari teşkilatında aramak doğru gibi görünür.
Asurilerden günümüze kalan sanatsal olarak avcıığaa yönelik el sanatları ok, mızrak, kama, topuz ve topraktan yapılmış ev eşyaları bulunmaktadır.
HURRİ VE MİTANİLER:
Babil Kralı Hamurabi(1793-1750) dönemlerinde Hurriler kendi bölgelerinden Suriye, Filistin, Dicle ve Fırat’ın yukarı havzalarına bir akın başlar. Hurriler, bu geniş bölgede bir devlet kurarlar. Hrrilerin ilk kralları da Atal-Şan ya da Ari-Şan idi. Daha sonra bölgemizde mitanileri görüyoruz. Mitanilerin başkenti Vaşşukani şehri idi. Vaşşukani şehri Habur nehrinin üzerinde bulunan nehrin kaynağının bulunduğu bölgede kurulmuştur. Bu günkü adı Serékani yani Ceylanpınar’dır. Bu dönemlerde Hurri ve Mitaniler Kuzey Mezopotamya’yı içine alabilecek şekilde idare ediyorlardı. 1500 ‘lü yıllarda Hurri şehri siteleri Mitaniler tarafından işgal edilip resmen Mitani devletini kurdular. Kaşyar(Karacadağ) bölgesini de kendi idarelerine aldılar.Mitanilerin bu hareketine karşı Mısır Kralı THUTMOSİS III Mitani ülkesine saldırılar düzenledi. Mitaniler savaştan kaçındı. Önce kendi egemenlikleri altındaki Assuriler ile aralarını düzeltmeyi aralarındaki güvenliği sağlamadan herhangi bir savaşa girmeyi istemiyorlardı.
Bu arada Mitaniler Hurri halkıyla yeni bir birlik kurar ve bu birlik Kral Şatturna ‘nın ölümüne kadar sürer. Viranşehir yöresinde kalan Hurriler, Mitanilerle olan birliktelikleri parçalanır. Hurri bölgesine Hitit prenslerinin saldırıları sonucunda güçsüzlenir. Bunun üzerine Asur Kralı Tigulti-Ninurta Hurri ülkesine saldırır. Tila (Viranşehir) ve Amidi (Diyarbakır) bölgelerini alır. M.Ö. 1304-1273 yıllarında Assur kralı Salmanassar I tarafından Mitani devleti ortadan kaldırılır. Mitaniler daha sonra Nairi halkına karışarak tarihten çekilirler.
ARAMİLER ( SÜRYANİLER )
M.Ö. 1000 Yıllarında aramiler eskiden Hititlerin olan Asurlular tarafından Hatti diye adlandırılan Kuzey Suriye de hızlı bir şekilde aramileşme göstermiştir. Tella ( Viranşehir ) ‘ da uzun bir süre yaşadılar. Burada bırakmış oldukları mimari ve heykeltraşlık dalında ileri oldukları anlaşılmaktadır. Aramilerin tanrıları Hadad ‘ tır. Viranşehir güneyinde bulunan Tellguzana da bunlara ait arkeolojik eserler bulunmuştur. Viranşehir de ise Süryanilere ait ibadet yerleri , taşlar üzerinde kitabeler bulunmuştur. Bu kitabeler sayesinde Viranşehirdeki arami dönemine ait yaşayış tarzlarını ve sanatsal yönlerini gözler önüne sermektedir. Kuzey Mezopotamya ‘ ya Hititlerin yıkılışı ile sessizce buraya yerleşmişlerdir.
MEDLER:
Bu dönemlerde Viranşehir zaman zaman değişik uygarlıkların egemenliği altında bulunmaktadır. Bir türlü paylaşılmayan bu uygarlıkar diyarı Hitit prenslerinin saldırıları sonucunda teslim olur. Belli bir süre sonra M.Ö. 784 yılında Urartuların saldırıları başlar. Urartuların baş komutanı Mennuhas sürekli Assur bölgelerine saldırılar düzenler. Viranşehir belli bir süre Urartular ve yöre devletleri arasında buhranlı günler yaşar.
Bu dönemlerde Medler ve Babiller arasında geliştirilen işbirliği sayesinde Assur bölgelerine akınlar başlatırlar.
Med adı ilk kez Assur kralı Salmanassar III ‘ın savaş bildirilerinde geçmektedir. Adı geçen kral M.Ö. 835 yılında eski adı persuva olan medyaya ve burada kalan medlere karşı büyük bir saldırı düzenlendiğini yazmaktadır.
Mezopotamya’da sürüp giden savaşlarda Medler ile Assurlar arasında yapılan bir savaşta Med Kralı Keyhüsrev yenilir. Bu savaşta Keyhüsrev Assurlar tarafından öldürüldü. Bunun üzerine yerine Keyaksar II geçti. Asur bölgesine savaşları durdurdu. El altında Babil Kralı Keldanilli Kralla(625-605) anlaşarak önce Nineva şehrine saldırılar yaparak Nineva ile önemli bir merkezi olan Assur şehrini aldı. Assur kralı Sinsara-İşgun 612 yılında kaçarak Harran şehrine sığındı. Key Aksar II ordularını Harran’a saldırarak Harran’ı aldı. Assur Kralını öldürüp 612 yılında Assurlar tarih sahnesinden silinmiş oldu. Belli bir süre Harran ile Viranşehir bölgesi Medlerin egemenliği altında kalmıştır.
PERSLER:
Persler, M.Ö. 559-529 yıllarında İran’dan Anadolu kuzeylerine kadar bir egemenlik kurarlar. Bölgede yaşayan halklardan ağır vergiler alarak güçlenmeye çalıştılar. Daha sonra çeşitli beylikleri idaresinde toplayıp yönettiler.
Perslerin gerçek anlamda seferleri kral Dara(Dareios) zamanında oldu. Key hüsrev Persleri bir birlik halinde toplayınca Lidya Kralı Krezüs Keyhüsrev’in bu gücünden korkmuştu. Tela(Viranşehir) bu dönemde Lidya kralı Krezüs’ün önemli bir merkezi durumundaydı. Perslerin bu denli güçlenmesini önlemek için Mısır ve Kalde devletleri ile bir ittifak geliştirmek istedi. Bunun farkına varan Perslerin kralı Key hüsrev Krezüs’ün bu tehlikeli davranışını önledi. Lidya Krallığını ortadan kaldırdı. Daha sonra Kahire ve Kalde Krallıklarını indirdi. Böylece Kuzey Suriye Perslerin eline geçmiş oldu. Tela(Viranşehir) Kalesi hasar görür. Halkın çoğunluğu Kaşyar (Karacadağ) bölgesine kaçar. Viranşehir’de bulunan bütün tapınakları yıkar. En büyük tahribi gerçekleştirirler.
MAKEDONYALILAR:
Makedonya Kralı Filip M.Ö. 336’da Pauzanyas adlı bir asilzade tarafından öldürülmesi üzerine yerine oğlu İskender geçer. Pers imparatorluğu’nun üstüste kazandığı zaferleri çökerten büyük İskender M.Ö.(334) ön asyayı işgal etti. Kuzey Mezopotamya Büyük İskender’in egemenliği altına geçmektedir. Büyük İskender Hindistan topraklarına kadar büyük fetihler yapar. Hindistan’a giderken Babil yakınlarında M.Ö. 323 yılında ölür. İskender öldüğü zaman kendisine varis bırakmadığı için komutanlar arasında senelerce taht mücadelesi başlar. M.Ö. 331 yılında Suriye ile Kuzey Mezopotamya kıtası komutanlardan Seleucide’ye kaldı. Seleucide(Selefkoslar) bir hükümet kurar. Viranşehir ve çevresi Selefkoslar’ın himayesi altında kalmaktadır.
Bu gün Viranşehir ve çevresinde Makedonyalılara ait kafa heykellerine rastlanmaktadır. Döneme ait gümüş sikke ve altın sikkeler bulunmaktadır. Antiyakoz, selefkoz ve dakinoz’a ait küçük heykelcikleri ve bronz paraları ile Viranşehir’de yaşayış tarzlarını belgelemektedir.
ARAKS KRALLIĞI:
Selefkoslar’ın yönetimi altında rahatsız olan Tela(Viranşehir) ve çevre halkı Suriye bölgesinde Araks Kralı Digran’a haber göndererek şartsız egemenliğine girmek istediler. Bu dönemde Urfa(Osoien) prensliğini de barış yoluyla kendine bağlar. Güneyden bir kısım Arap aşiretlerini getirerek Urfa ve Mardin bölgesine yerleştirir. Araks Krallığındaki bu gelişmeler karşısında batıda güçlenen Romalıları rahatsız etmektedir.
ROMALILAR:
Araks Krallığındaki bu denli gelişmeler karşısında batıda güçlenen Romalılar M.Ö. 69 yıllarında Likullusi komutasındaki bir orduyu Tigran üzerine gönderdiler. Arakslılar yenilerek doğuya kaçarlar. Böylece Antinous(Viranşehir) ve çevresi Doğu Romalıların egemenliği altında kalır. Zaman zaman Araks kralı Tigran ile Partlar ittifak yaparak Romalılarla savaşmışlardır. Romalılar döneminde tek tanrı inancından dolayı tapınaklar yaptırılmıştır. Dünyanın siyasi planda batı ve doğu olarak ikiye taksim edilmesi Romalılarla başlar.
Doğuda Romalıların Mezopotamya kıtasına hakim olacak merkezi Antinous(Viranşehir) ‘dir. Viranşehir tarihte savaşsız tamir gördüğü bir dönemi yaşamaktadır. Viranşehir’de bölgeye hakim olabilecek bir tanrı tapınağı yapılmıştır. Roma imparatoru Hadrianus’un sevgilisi olan Yunanlı gençNil nehrin’de boğulduktan sonra İmparator tarafından tanrılaştırıldı. Onun anısına bölgeye hakim olabilecek bir tapınak yaptı. Bu tapınak Ortagonal Roma Tapınağı’dır. 14 ayak üzerinde iki katlı olan bir tapınaktır. Karacadağ bölgesinde ise yeni şehirler kuran gözetleme kuleleri inşaa etmişlerdir. Bu dönemlerde İran’da kurulan Sasaniler Romalılara akınlar yapmaya başlar. Sürekli yapılan savaşlardan dolayı Viranşehir ve çevresi bu savaşlarla el değişmesi en sonunda Romalıların bölge halka karşı tavır alması Sasanilerin Romalıları Harran(Carrhae)’da kral Crassuson’un ölümüyle sonuçlanan mağlubiyetiyle sonuçlanmıştır.
SASANİLER:
M.S. 226 yılında Partların mirası üzerinde kurulan sasaniler toplumsal yapı açısından derebeyliğe dayalı bir mutlakiyet rejimi ile yönetiliyorlardı. Yönetim hiyerarşisi içinde arsaklardan kalma güçlü aileler vardı. Aynı zamanda güçlü feodal sınıfından oluşuyordu. Sasanileri tarih sahnesine çıkar çıkmaz Roma ve Bizanslılarla savaş halinde görüyoruz. Sasaniler Viranşehir’de 496 yıllarında görülmektedir. Bu tarihte SasaniHükümdarı olan I.Kubad (Kavaz) Amidi(Dİyarbakır) ve Kaşyar(Karacadağ) Romalılardan alır. Kısa bir süre egemenliğinde kalan Viranşehir bu dönemde surlar yıktırılmış tapınaklar tahrip edilmiştir. Sasaniler yönetimleri boyunca Bizanslılara karşı kayda değer başarılar elde etmişlerdir. M.S. 611 yılında ikinci sefer Viranşehir ve Urfa bölgesini bu seferler döneminde İstanbul’a kadar gidip İstanbul’u fethetmek için üç sefer İstanbul’u kuşattılar. İslamiyetin geliştiği bu yıllarda Arap ordularının akınları karşısında geriledi. Yapılan iki savaşı katbeden Sasaniler, tarihten çekildiler.
BİZANSLILAR:
Doğu Roma’nın mirasçıları olan Bizanslılar, Doğuda Sasanilerin zaman zaman bizanslılara ait toprakları fethediyor ve yöreleri geçici de ols egemenliğine alıyordu. Sürekli savaş halinde olan Sasaniler Bizanslıların doğuda tutunamayışlarının nedenlerindendir. 1057-1067 yılları arasında Constanstıos * dukas kaleenin surlarını ve hendeğini yeniletir. Viranşehir daha sonra tekrar Sasanilerin eline geçti.
İmparator Herakleios bu günkü Musul yakınlarında İran ordusunu bozguna uğratır. Bu yenilgi İranlılarda(Sasaniler) yönetim değişikliği yaratır. Yeni Sasani kralı Bizanslılarla anlaşma yaparak Filistin Suriye ve Kuzey Suriye’yi Bizanslılara Herakleios’a verilir. Bu başarılarından dolayı törenlerle İstanbul’da karşılanır. Bu dönemde Viranşehir ve çevresi Bizanslıların egemenliği altındadır. Daha sonraki yıllarda İranlılarla(Sasaniler) yapılan bir savaşta Herakleios mağlup olmaktadır. Viranşehir tekrar Sasanilerin egemenliğine girer. Dahasonraki yıllarda II. Konstantin komutasındaki bir orduyla Amidi(Diyarbakır) , dahasonra Kaşyar(Karacadağ) üzerinden Viranşehir’e gelir. Uzun bir süre Bizans egemenliğinde kalan Viranşehir’e Konstantia adı verilir. Bu dönemde kale surları tamir edilmektedir.
İSLAM UYGARLIKLARI DÖNEMİ:
Arap fetihleri Hz.Ömer döneminde yoğunlaşmaktadır. Hz.Ömer’in halifeliği (634-644) arasında Bizans İmparatorluğunda Heraklios (610-641) bulunuyordu. İslam orduları 636 yılında yapılan Yarmuk savaşı’nda Heraklius ordusunu yenerek Suriye’yi istila etti. (637) Artık sıra Kuzey Mezopotamya Bölgesinin fethine gelmişti. Hz.Ömer bu görevi İyaz bin Ganm (Ganm oğlu İyaze) verdi. İyaz 8000 kişilik bir kuvvetle harekete geçti. Ordusunda bine yakın sahabe vardı. ordu yol boyunca mevcut kaleleri feth ede ede ve bazılarını barışla ala ala Amid(Diyarbakır) Kalesi üstüne geldi. İyaz bin Ganm Tella (Viranşehir) kapısına Sait bin Zeyd Urfa Kapısına Muaz bin Cebel, Ermen (Harput Dağ) Kapısı’nı kuşatmışlar.
Burada Viranşehir’i kan dökmeden alır. Bu kalelere vali olarak Halit bin Velit vali olarak tayin edilir. Bir yıl idarecilik yaptıktan sonra Rahatsızlık nedeniyle görevi bırakır, Medine ‘ye gider. Onun yerine halifenin yeğeni İmam Abd-alvahap geçer. Viranşehir kalesini yeniletir.
Daha sonraları (837) Emevilere bağlı kalan Viranşehir, ardından Abbasiler Viranşehir ve çevresindeki halklara baskılar ve zulum etmişlerdir. Halife Mutez zamanında Mardin’e bağlı bulunan Viranşehir’i alır. Harunü’r Reşid’in 809’da ölümünden sonra oğulları arasında başlayan taht kavgaları sırasında Viranşehir büyük zarar gördü. Yöredeki hoşnutsuzluğun beslediği ayaklanmalar sürüp gidiyor.Nasr bin Sabas Harran ve Urfa yörelerini yağmalamaya koyuldu. Nasr bin Sabas ve Amr’a başvuran müslümanlar onları yörede yaşayan hristiyanlara karşı kışkırttılar. Hristiyanlar, bu durum karşısında yüklü bir para vererek yağmadan kurtuldular. Nasr bin Sabas Suruç ve yöresini ele geçirdi. Aynı dönemde Amr, Viranşehir’i(Tella) Habib’te Rasul Ayn’ı işgal etti. Halife El Eminin, El-Cizire Valiliğine atadığı Abdullah Bin Nişan Harran’ı kurtardı. Viranşehir 894 yılında müttezit tarafından Abbasilere bağlandı.
MERVANİLER:
M.S. 900-960 yılları arasında Şahbanat bölgesinde Mervana beyliği kurulmaktadır. Mervana beyliği, halkı göçebe halinde hayvancılıkla uğraşıyorlardı. Mervana beyliği’nin merkezi Viranşehir ‘dir. Uzun bir süre Mervanilere merkezlik yapan Viranşehir 900 ların sonlarında Moğollar tarafından Viranşehir alındı. Mervanilerden kalan Viranşehir’in Anıt(Kermi) Deresi’nin 8-9 km. Kuzeyinde Mervana gölü bulunmaktadır. Ayrıca göle yakın Mervana höyüğü(Kuç) bulunmaktadır.
Bu dönemden sonra İslam güçlerinin birbirlerine düşmesinden faydalanan Bizanslılar, 942’de Diyarbakır’a dek ilerleyerek Urfa üzerine saldırılar düzenlediler. 1030 yıllarında Viranşehir Bölgesini egemenliği altına almış Viranşehir Kalesini onarmıştır.
BÜYÜK SELÇUKLULAR DÖNEMİ:
Selçuklular 1066-1067’de Viranşehir Bölgelerine akınları oldu. Yörede bulunan kaleleri almak için uğraşlar verdi. 1071 Malazgirt savaşından sonra Anadolu içlerine yayılan Viranşehir Bölgesinde sağlam bir etkinlik oluşturamadılar. Bu dönemlerde Zengi Atabeyliği’nin Musul bölgesinde hakimiyetini tam anlamıyla kurulmuş bulunmasında Irak Selçuklu Sultanı Mesud’un endişe duyarak rahatsız olduğu anlaşılmaktadır. 1143 yılı içinde Selçuklu Sultanı Mesud’un Bağdat’a geldiğini ve Zengiye karşı ordu toplamaya başladığını, fakat Zengi’nin büyük oğlu Seyfeddin Gazi’yi sultanın yanında rehine bırakarak, önemlice bir miktar para da ödemek sureti ile Sultan Mesud’un itimadını tekrar kazanmaya muvaffak olduğunu bildiriyorlar.
Bu arada İbn al-aşir, Sultan Mesud’un Zengi’yi yanına çağırdığını fakat atabeyin, Franklarla uğraştığı için özür dilediğini bunun üzerine de sultanın bu özürü kabul ederek Zengi’nin Urfa’yı fethetmesini şart koştuğunu kaydetmiştir. Gerçektende bu yıl içinde Zengi, yalnız Diyarbakır bölgesinde Tanza, Siirt, Maden vb. Kaleleri almakla kalmamış, bir taraftan da Mardin bölgesinde Franklar elinde bulunan Şahbanat kalelerini (Cemlin, el-muvazzir, Tell-mevzen.vb) fethetmiştir.
Güneydoğu Anadolu ‘daki yerleşim alanlarını himayesine alma girişimlerinde bulunan Selahaddin-i Eyyubi önce musul üzerine yürüyerek bu şehri muhasara etti. Selhaddin’in bu işgalı karşısında musul atabeyi İzeddin Mesut, merkezi Viranşehir olan Erzen Beyi Devlet-Şah ile bektimur komutasındaki Ahlat orduusu Mardin’e gelerek Artuklu emiri Il-gaz ile birleşerek memleketlerini müdafaa ya çalıştılar. Selahaddin ile müttefiki Artuklu Muhammet, Musul’u düşüremeyeceklerini anlayınca Mardin’in güneyinden Amid(Diyarbakır) üzerine yürüdüler. 1183 yılı içinde selahaddin Harran Habur, Dara ve Nusaybin’i ele geçirerek Mardin önleine geldi. 1183 nisanından 9 mayıs 1183 tarihine kadar devam eden kuşatma sonunda Diyarbakır Selahaddin’in eline geçti. Diyarbakır’ı savunan Nisan-oğlu, maiyeti ve götürebileceği serveti ile II. Kılıç Aslan’a sığındı. Artuklu ilindeki olaylar bu şekilde devam ederken iki önemli öllüm olayı Selahaddiin’e yeni bir fırsat daha verdi. Bunlardan biri Mardin Artuklu emiri Kutbeddin İl-gazi’nin ölümüdür. (1184) Diğeri ise müttefiki Artuklu Nureddin Muhammet’in ölümüdür(1185). İl-gazi’nin ölümü ile kuvvetli bir düşmanından kurtulmuş olan Selahaddin Mardin Artuklularına hakimiyetini kabul ettirebilmek için harekete geçti. 1185 yılı sonlarına doğru Selahaddin güneydoğu Anadolu bölgesindeki mahalli Atabeklilere yüksek hakimiyetini kabul ettirmiş olarak Şam’a geçti.
1180 yılında Mardin Artukluların sınırları içinde kalmıştır. 1180 yılında tekrar Selçukluların eline geçmiştir. 1181 yılında II. Kılıç Aslan tarafından Viranşehir Bedenlerini onarır. Viranşehir’i kendine bir üs haline getirir. Selçuklu hükümdarı Kılıç Aslan Urfa ‘yı haçlıların elinden alma teşebbüsünde bulundu. Ordusuyla Urfa ‘nın kenarına kadar geldi. Kasabayı kuşatmak üzere iken Harran ‘da Çökürmüş ‘ün memurları ile Harran halkı Harran ‘ı kendisine teslim edeceklerini bildirdiler. Kılıç Aslan Urfa işini geri bıraktı. Harran ‘a gitti. Herkes seviniyordu. Çünkü bu halk Kılıç Aslan ‘dan çok şeyler bekliyordu. Konya ovalarında haçlı ordularını yer yer perişan etmiş olan bu hükümdarın Urfa ‘yı kurtarabileceğine halkta bir kanaat ve güven vardı. Kılıç Aslan Harran ‘da birkaç gün oturdu. Bu sırada ağır bir hastalığa tutuldu. Arkadaşlarını Harran ‘da bırakarak Malatya ‘ya döndü.
1192 yılında Melikşah ‘ın oğlu sultan Muhammet Musul emiri Çükürmüş ‘e kızmıştı. İran ‘daki komutanlarından Çavlı ‘yı Musul ‘un zaptına göderdi. Sultan Muhammet orduları ile savaşmayı O ‘na emretti. Çavlı ‘nın Mezopotamya emirliğine gönderilmesi Çökürmüşü telaşa düşürdü. Musul ‘u elinden çıkarmamak için çökürmüş Kılıç Aslan’ı tanımak üzere Onu imdadına çağırdı. Çavlı ile Kılıç Aslan ‘ın orduları arasındaki çarpışmaları neticesinde Kılıç Aslan’ın ordusu bozguna uğrar ve hükümdar Kılıç Aslan kendisini habur nehrine atar, nehirde boğulur. Bugün Viranşehir’in 10 Km. güneyinde Habur kolu olan Aslanbaba deresi kenarında mezarı bulunmaktadır.
Bundan sonra Viranşehir’e Artuklular hakim olur. 1198 yılında, Malik Adil bin Eyüp Mardin kalesine sokulmayınca bölgedeki Artuklu şehirlerini zapt ve yağma ederek kalelerini yıkmış Viranşehir’i de vergiye bağlamıştır. Tekrar yerli beyliklerin eline geçen Viranşehir 1202 yılında Adil oğlu Eşref tarafından muhasara edilmiş isyancılar öldürülmüş yeniden vergiye bağlanmak suretiyle buraya birde vali tayin edilmiştir.
Anadolu Selçuklu sultanlarından İzzettin Keykavus son askeri harekatını Eyyubilere karşı yapmış fakat Halep yakınlarında öncü kuvvetlerinin yenilgisi üzerine Elbistan’a çekilmişti. (1218) Eyyubiler karşısında uğradığı bu yenilginin öcünü almak için 1220 yılında Konya’dan Malatya’ya geldi. Burada hastalandı. Daha 30-35 yaşlarında iken tedavi için Viranşehir’e gelir ve kurtarılamayarak vefat eder.
1200 asrın ikinci yarısında Musul atabeyi Aleddin Zengi oğlu Nurettin bölgede büyük bir kuvvetle Şahbanat bölgesindeki şehirleri ve kalelerini alır, kalelerin içinde tell mevzen(Viranşehir) yer almaktadır. Bu dönemlerde Moğollarında bölgeye akınları olmaktadır.
MOĞOLLAR:
1258 yıllarına kadar Hulaguları (Moğolları) Viranşehir’de görüyoruz. Yaşmutun idare ettiği bu ordu burayı talan ederek tarihin en büyük yıkımını gerçekleştirmiştir. Daha sonra Mardin’e doğru çekildi. 1367 yılında Viranşehir ve bölgesi Artukluların elindedir. 1401 yılında asrın başında Kızıltepe’de konaklayan ve Mardin Kalesini muhasara eden Timur batıya doğru ipek yolunu izleyerek Viranşehir’e gelmiştir. Viranşehir Kalesinde 400 muhafızı ile Timur ordusuna karşı koymak istemişse de kısa zamanda dağılmışlardır. Timur tarihin en büyük katliamını Viranşehir’de yapmıştır. Koskoca 40.000 nüfuslu şehirde " taş üstünde taş omuz üstünde baş bırakmayacağım " sözünü burada söylemiş, ve gerçektende yerine getirmiştir. Kendisi çekilip batıya doğru yürüdüğü zaman yanan şehrin alevleri, dumanı Urfa’dan görünüyormuş. Viranşehir’e Timur tarafından sade bazalt taşlardan bir tepe yaptırılmıştır.
Boş ve müdafaasız kalır ve Akkoyunlular Viranşehir’e yerleşir. Kara Yusuf civardan topladığı ve beraberinde bulunan Türkmen Aşiretlerini bir araya toplayarak şehri yeniden onarmış ve yeniden canlandırmıştır. Bu dönemlerde Akkoyunlu-Karakoyunlu, Arap ve İranlılar arasında el değiştirmiştir. Akkoyunlular 1400 ‘lü yıldan sonra Urfa ve Mardin bölgelerine dek yayılırlar.
OSMANLI DÖNEMİ:
1516 yılında Yavuz Sultan Selim zamanında Osmanlı egemenliğine girmiştir. Kanuni Sultan Süleyman devrinde 1535 yılında, Diyarbakır’a bağlı bir mutasarrıflık olmuş daha sonra Mardin’e bağlanmıştır.
HAMİDİYE ALAYLARININ KURULUŞ SEBEPLERİ
1-Merkezi otoriteyi tesis etmek,
2-Doğu Anadoluda devletin etkin olabileceği yeni bir sosyo-politik denge kurmak,
3-Aşiretlerden askeri güç olarak faydalanmak,
4-Ermenilerin faaliyetlerine engel olmak ve müslüman halkla Ermeniler arasında güç dengesini temin etmek,
5-Ulusların saldırısından ve İngiliz politikasından Doğu Anadoluyu korumak,
6-Pan-islamizm politikasını yürütmek,
HAMİDİYE ALAYLARININ KURULUŞU VE İLK NİZAMNAME
Başta II.Abdulhamid olmak üzere , IV.Ordu komutanı mareşal Zeki Paşa ve valilerin aşiret reisleri ile kurdukları yakın ilişkiler giderek arttı. 1890 Yıllarında Doğu Anadoludaki politik durumun tehlikeli bir şekil alması ve batılı devletlerin bu bölge ile ilgilenmeye başlaması sonunda, ilk defa mareşal Zeki Paşa Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde yaşayan aşiretlerden çeşitli yönlerden faydalanma fikrini II. Abdulhamid`e telkin etti bunun üzerine projeyi desteklemeye karar verdi , zira kendi düşüncelerine pek uygun bulmuştu.Padişah şöyle diyordu: " Rusya ‘ ya karşı bir harpte , disiplinli birlikler halinde toplanmış olan aşiretler , bze çok hizmetler yapabilirler ; birliklerde öğrenecekleri itaat hissi de onlar için iyi olacaktır… " görüldüğü gibi aşiretleri dışa karşı kullanma ve özellikle itaat’a alıştırma , yani merkezi otoriteyi dinler hale getirme fikri ön planda yer almaktadır.
1890 tarihinden itibaren " Hamidiye Alayları " Mareşal Zeki Paşanın teşebbüsleri ile kurulmaya başlamıştır. Alaylarla ilgili ilk matbu nizamname de 1308 ( 1891 ) tarihinde çıkarılmıştır.Hatt-ı Hümayun olarak hazırlanan bu kanunun ilk maddesinde , Hamidiye Suvari Alayları ‘ nın kuruluş gerekçesi olarak şöyle denilmektedir : " Memleketin teadiyat ve tecavüzat-ı ecanipten muhafazası zımnında tertibi muktezi olan heyet-i askeriyenin terkibi ol memleket ahalisinin nüfus-i umumiyesine ait mükellefiyet cümlesinden olup , bu mukellefiyetten ahaliden bir kısmının istisnası kuvve-i umumiyenin noksanını icap edeceği derkar bulunduğuna ve kaide-i meşruanın memalik-i mahruse-i şahanede bi-hakkın mer ‘ i tutulmasıyla kuvve-i umumuye-i osmaniyenin tezyid ve teksir olunması maksat-i meşruasına binaen hususiyet-i halleri sebebiyle şimdiye kadar tamamı ile intizam-i askeri altında olarak hizmet-i askeriyede bulunmayan ve cundilik ile meşhur ve me ‘ luf oldukları halde haymenişin ( çadırda oturan ) olan efrad-i aşairden muceddeten " asakir-i hamidiye " namı celiliye suvari aşair alayları teşkli mükteza-i irade-i saniyye-i hilafet-penahidir. " Görüldüğü gibi gerekçede memleketin düşmana karşısavunması işinin her ferdin görevi olduğu vurgulanarak , yumuşak ve teşfik edici bir dilde aşiretlerinde bu savunmaya katılmaları gerektiği işaret edilmektedir. Ayrıca bu bölgelerden o zamana kadar asker toplanamadığı hakikati ortaya konulmaktadır.
Evvela kurulacak alaylar dört bölükten az altı bölükten fazla olmayacaktır. Buna göre her alay en az 512 en fazla 1152 kişiden meydana gelecektir.Büyük aşiretlere bir veya birden fazla alay , küçük aşiretlere ise birkaç bölük kurma hakkı vermekte , ancak kesinlikle alay kurulması ve eğitim maksadı ile aşiretlerin birleştirilmesi yasaklanmakta , merkezi otoritenin veya ordu komutanlarının emri ile , sadece savaş zamanında birleştirilmeleri öngörülmektedir.
Aşiretlere ve kabilelere dahi 17-40 yaş arasındaki bütün erkeklerin nüfus sayımı yapılıp bir deftere yazılarak dahiliye nezareti ‘ ne hamidiye umum komutanlığı ‘ na ve merkez -i ordu-i humayun ‘ a bildirilecekti. Hamdiye Süvari Alayları ‘ nı teşkil edecek erkekler üç kısma ayrılıyoru : 17-20 yaş arası " İbtidaiye " , 20-32 yaş arası " Nizamiye " , 32-40 yaş arası " Redif " sınıflarına dahil olacaklardı. Her alaydan iki çavuş ordu-yi humayun merkezine gönderilerek " mektep alayı " nda eğitme tabi tutulacak ve sonra istanbul da veya başka bir yerde iki yıl hizmetyaptırılarak terfiyen alaylara gönderilecekti. Ayrıca her alaydan bir çocuk İstanbul ‘ a gönderilecek ve orada " Süvari mektebi " nde tahsil gördükten sonra mülazımlık ( teymen ) rütbesiyle memleketine ve alayına iade edilecekti. Hamidiye Alayları elbise , hayvan ve eyer takımlarını kendileri tedarik edecekler ise de tüfek , cephane ve sancak devlet tarafından verilecekti.
Nizamnamenin ( kanunun ) 19.maddesi oldukça önemli bir hususu açıklığa kavuşturmaktadır. Bu bakımdan bir kısmını aynen almayı uygun gördük. " Asakir-i Hanmidiye Suvari Alayları Türkmen ve Karakalpak ve Kürt ve Arap aşairinden ( aşiretlerinden ) mürettep olduğundan bu akvama ( kavimlere mensup olanlardan her birinin elbisesi mensup olduğu kabail ( kabileler ) ve aşairin ihtisa edegeldikleri ( giydikleri ) şekil ve kıyafette bulunması ve münasip ve muvafik olacağından şimdilik üç numune intihap olunmak … şarttır. Üzerlerinde ahali-yi saireden fark olunacak surette alayın ismi ve numarası yazılı bir alamet-i farika bulundurulacaktır. Yukarıda belirtildiği gibi Hamidiye Suvari Alaylarının Türkmen Kürt ve Arap aşiretlerinden kurulması uygun görülmüştür.Bu çıkan kanunlardan sonra 1891 yılında pek çok aşiret reis ve ileri gelenleri İstanbul’a gelerek II.Abdulhamidi ziyaret etmişler ve arz-i ubudiyetlerini bildirmişlerdir. II.Abdulhamid her birine armağanlar, nişanlar vererek onları mükafat landırmıştır.
Aşiretlerin Hamidiye Alayları statüsüne girme istemleri nizam namenin getirmiş olduğu hükümlerdir.Bunların en başında , alaylara dahil olmayan aşiret fertlerinin nizami orduda askerlik yapacaklarına dair getirilen hükümdür.Asırlardan beri askerlk yapmayan veya yapmaya alışık olmayan bu kişilere , uzun yıllar emir altında , memleketinden uzak yaşamaları imkansız gibi geliyordu. Zaten , aşiret halinde yaşamanın vermiş olduğu serbestlikten dolayı , mecburi askerlik hizmeti , bunları tabiatınada aykırı geliyordu. Halbuki , Hamidiye Alayları’na dahil oldukları takdirde hem nizami askerlikten kurtulmuş olacaklar hem de kendi aşiretinden , memleketinden uzaklaşmadan , askerliğini yapmış sayılacaklardı.Bu ferdi imtiyazın yanında , bir de aşiretin, aşiret reisinin devlet katında, halife nazarında itibarının artması söz konusu idi . Zira alaya mensup aşiret reislerine , halife , nişanlar , fahri ünvanlar ve rütbeler veriyor ,onları saraya kabul ediyordu.Bütün bunlar aşiretlerin manevi şahsiyeti için çok önemli hüsuslardı.
Yukarıda işaret ettiğimiz hüsuslar merkezi otorite ile aşiretler , dolyısı ile Doğu ve Güneydoğu Anadolu arasında daha evvel olmayan bir diyaloğun kurulduğunu göstermektedir.Bu diyaloğun , mahiyeti ve sonuçları bir tarafa hükümet ve Doğu Anadolu ilişkileri bakımından önemli bir gelişme saymak yerinde olur. Zira , ilk defa bab-i ali veya saray , Doğu ve Güneydoğu aşiretleri ile ilgilenmiş ve devlet otoritesini bu bölgeye götürmeye çalışmıştır.Bu ilginin metod ve usulleri , ilk bakışta yadırganacak türden ise de devletin askeri , mali , idari gücü , Doğu ve Güneydoğunun sosyo-politik yapısı , o zamanki haliyle gözler önüne getirildiğinde , en kestirme ve kolay yöntemin seçilmiş olduğu görülür. En kestirme ve kolay derken şüphesiz devletin uyguladığı yöntemlerin aşiretlerce tepki gösterilmeden kabul edilmesini kast ediyoruz. Bunu sebebi de , aşiretlerin pisikolojik-sosyal yapısına en uygun Hamidiye Alayları yönteminin bulunmasıdır.Çünkü , II.Abdulhamid ‘ in Doğu ve Güneydoğu daki sosyal yapıyı değiştirmek gibi bir politikası yoktur.Fakat , birnevi yeni güç dengeleri kurarak mevcut düzen içinde devlet otoritesini hakim kılmaya çalışmıştır.
Doğu ve Güneydoğu da Sakir ve Zeki Paşalar oluşturulan bütün alayları yedi livaya ayırarak , liva merkezlerini ve livaların hangi alaylardan meydana geldiğini ve aşiretlerin isimleri ile birlikte kaçar alay olduklarını gösterir pusulayı hazırlamışlardır.Aşağıda vereceğimiz tablodan anlaşılcağı gibi büyük aşiretlerden dört veya beş alay teşkil edilmiştir.Bu gibi fazla alaya sahip aşiretler , bulundukları bölgelerde hakim duruma geçerek , mevcut sosyal dengeyi kendi lehlerine çevirme imkanı bulabilmişlerdir. Bunlardan Viranşehir ‘ deki Milli ve Malazgirt civarındaki Husnanlı aşiretleri beşer alayla , Haydaranlı aşireti yedi alayla en güçlü aşiretler olarak başta geliyorlardı.Pusula da , aşiretlerin isimleri , kaç alay oldukları , alay numaraları ve hangi livalara bağlı oldukları ve liva merkezleri aşağıda gösterilmişlerdir.
II.ABDULHAMİD DÖNEMİNİN SON YILLARINDA HAMİDİYE ALAYLARI
II.Abdulhamid ‘ in aşiretlerle ve alaylarla ilgili politikasının esası şudur: Doğrudan doğruya aşiretler ile kendisi arasında bir bağ kurmak ve aşiretlere bab-i ali ‘ nin de aracılığı olmadan kendisine bağlamaktır. Bu politikanın yürütülmesinde en çok halifelik sıfatına ve hilafet makamına güveniyordu. Zira , aşiretler yüzyıllarca maddeten İstanbuldan ayrı ve bağımsız yaşamalarına rağmen manen halifeye ve hilafet makamına bağlılıklarını sürdürmüşlerdir. Aşiretlerin bu tutumu II.Abdulhamidin işini kolaylaştırdığı gibi , onun islamcı politikası da aşiretlerin duygularını okşuyordu. Dolayısıyla II.Abdulhamid ile aşiret reisleri ve şeyhler arasında şahsi bağların , dostlukların doğmasını ve aynı zamanda halife-i mü minin münasebetlerinin esası olan koruyuculuk, saygı, itaat hislerinin kuvvetlenmesini sağlayacak ortam mevcuttu. Ayrıca , bu manevi munasebetleri engelleyecek herhangi bir kuvvette yoktu.
II.Abdulhamid bu politika ile , bab-i ali den bağımsız bir şekilde , kendisini müslüman halkın koruyucusu olarak aşiretlere kabul ettire bilmiştir. Zira aşiretler olsun eşraf-ayan tabakası olsun her konuda bab-i ali bürokrasisine şüphe ile bakıyorlar ve bab-i ali yi Avrupa ile ittifak halinde olduklarından dolayı bölgede müslümanların alleyhine yapılacak reformların sorumlusu olarak görüyorlardı. II.Abdulhamid aşiret reisleri ile ve şeyhler ile olan münasebetlerini sadece hissi alanda bırakmamış ayrıca aşiretlere bir takım somut menfaatler de sağlayarak , bunları kendine iyice bağlamıştır. Mesela alaylara mensup aşiretlere , silah , cephane vererek onlarda padişahın kendilerini koruduğu hissi uyandırmıştır. Diğer taraftan aşiret reislerine paşalık , mir alaylık gibi çeşitli rütbelerin verilmesi ile II.Abdulhamid aşiretlerin gözünde " Hami " padişah veya halife mertebesine çıkmıştır. Aşiret reislerinin çocuklarını da stanbula getirerek onları okutması himaye etmesi memuriyetlere ataması gelecektede aşiretlerin bağlılığını ve itiatını sağlaması bakımından isabetli bir politika olarak görülebilinir. Bu konuda kendisini eleştirenlere II.Abdulhamid şöyle diyordu " Çeşitli rütbeler vererek subay yaptığımız aşiret ağaları yeni durumlarından memnun oldukları gibi bu vesile ile biraz disiplin öğreneceklerdir. Yine aşiret ileri gelenlerinin çocuklarını istanbula getirdiğim ve onlara memuriyetler verdiğim için eleştirildiğimi biliyorum. Uzun yıllardır pek çok memuriyertlerde hiristiyan ermenileri kullandık , niçin o zaman eleştirilmedi de kendi dinimizden olanları aynı görevlere atayınca eleştiriliyor?.. Ayrıca bedirhanın çocuklarını himaye etmem onları istanbulda tutmam , güya memleketin güvenliğini tehtid ettiği gerekçesiyle , ayıplanıyor ve eleştiriliyor. Yazık ! İstenildiği biçimde yorumlanıyor. Her halukarda, aşiretlerle ilgili politikamda doğru yolda olduğuma inanıyorum."
Yukarıdaki ifadelerden de anlaşılcağı gibi II.Abdulhamid uyğuladığı şahsi politikanın doğruluğundan emindi bu inanç yüzündendir ki 1908 yılına kadar , kendisinin tahtta ve hilafet makamında varlığıyla hakim olabilecek , şahsi ilişkilerle aşiretler kontrol altına alma politikasına devam etmiştir. Bundan ötürüde aşiretler ve aşiret alayları devletten ve hükümetten ziyade II.Abdulhamide bağlanışlardır denilebilinir. Zira Hamidiye Alaylarının kuruluşunu , gelişmesini ve düzenli bir askeri kuvvet haline gelmesini engelleyen ve istemeyen içte ve dışta çeşitli çevreler mevcuttu hem bu tür engellemeler hem de aşiretlerin eski geleneklerini sürdürme alışkanlıkları genellikle kanunların kağıt üzerinde kalmasına sebeb oluyordu. Bununla beraber , o devirdeki şartlar göz önüne alınırsa , aşiretleri tam kontrol altına almaktan ziyade , onları Hamidiye Alayları politikasıyla devlet kuvvetleri yanına çekmek , devlete destek olmalarını sağlamak önemli idi. Bu temin edilmiş ve sonuşta ermenilerin Doğu Anadolu da Ermenistan devleti kurmaları engellenmişti. Dolayısı ile Doğu Anadolu ikinci bir Doğu Rumeli veya Makedonya olmaktan , Hamidiye Alayları politikası sayesinde kurtarılmıştır.
İBRAHİM PAŞA
İbrahim Paşa konusunda bilgi vermeden önce Milan ( Milli ) geçmiş dönemine ait bazı bilgileri aktaralım. Milan aşiret reisi İbrahim Paşadan önce de babası ve dedesi yörede önemli bir etkinliğe sahipti. Milan aşireti bazı Arap aşiretleri ile ( Şamar ) sürekli bir çatışma altında oldu yörede baskı uygulayan ve herkese düşmanlık yapan Arap Şamar ve Enze aşiretlerine karşı Milanlı Paşa yörede bulunan çeşitli aşiretleri kendi etrafında toplayarak hepberaber and içerek ittifak yaptılar. Arap baskıları sürdüğü için istanbulda bulunan Milanlı Timur Paşa ( Zortemir Paşa ) Viranşehire gelerek aşiretinin başkanlığını eline aldı. Bu itifak sayesinde yörede büyük bir etkinlik kurdu. Bunun üzerine bağdat valisi Süleyman Paşa komutasındaki birlikler mardine gelip onun üzerine yürüdüler. Timur Paşa Halepe gitti fakat kardeşi Sadun , amcasının oğlu Mahmut bey vb. bazı ileri gelenler tutuklandı. Devlet onun yerine kardeşi İbrahim beyi geçirdi. İbrahim beyi ölümünden sonra yerine geçen oğlu Eyüp bey de yörede etkinlik kurdu.
Daha sonra Milli aşiretin başına geçen Teymur ( Timavi ) bey Mısırlı İbrahim paşa ve Osmanlılar arasındaki savaş döneminde öldürülünce Arap Şamar ve Tay aşiretleri tekrar işi azıtıp Milanların köylerini hayvanlarını talan etmeye başladılar. Teymur beyin oğlu mahmut bey belli bir süre sonra etrafına topladığı Mililerle harekete geçerek topraklarını geri aldılar. Bir kale yaptırdığı Viranşehiri kendisine adeta başkent ilan eden Mahmut Paşa Diyarbakır valisi Ömer Paşa tarafından yakalanarak Diyarbakır zindanına atıldı. Bunun üzerine başa geçen oğlu İbrahim bey daha sonra Milanlı İbrahim Paşa olarak adlandırıldı. Babası Mahmut beyi serbest bıraktırmak için önce mısıra sonra istanbula gitti. Hidiv İsmail Paşanın yardımıyla Sultan Abdulazizden aldığı fermanı Diyarbakıra bizzat götürerek babasını bıraktırdı. İbrahim paşa babasının ölümünden sonra devletinde desteği ile halep , musul ve mardin arasında egemenlik kurdu. Ona vergi vermeden kimse bölgeden geçemiyordu. Yörede kazandığı etkinlik yüzünden ve kendisine yöneltilen eleştirilerin çoğalması ve devlerin dikkatini çekmesinden dolayı yönetim İbrahim paşayı Sivasa sürgün etti. Belli bir süre sonra bir yolunu bularak Viranşehire tekrar geldi. 1891 Yılında kurulmasına başlanan Hamidiye Alayları sivastan Viranşehire gelen İbrahim paşa Hamidiye Alaylarına yazıldı. Mukabilinde " Mire – miran ( beylerbeyi oldu. Devletin desteği ile yörede büyük bir etkinlik kuran İbrahim paşa sadece Milli aşiretlerini değil bazı arap aşiretlerini de kendine bağladı. Milanlar ile arap şamar aşireti arasında birkaç kez çıkan çatışmalarda her zaman milanlılar kazançlı çıktılar.
II.MEŞRUTİYET ‘ TEN SONRA HAMİDİYE ALAYLARI
II.Meşrutiyetin ilanından sonra kurulan hükümetler Hamidiye Alaylarını tamamen kaldırmaktansa yeniden düzene koymayı uygun görmüştü. Bu maksatla da iki komisyon teşkil ederek birinci komisyonu Trabzonlu Binbaşı Hacı Hamdi Bey başkanlığında Rus hududuna yakın olan aşiretlere ikinci komisyonu da Fahrettin Altay başkanlığında Güneydoğu bölgelerindeki aşiretlere yollamıştır. Bu komisyonlar gittikleri yerlerde adayların kayıt defterlerini kontrol ederek , ölenleri çıkarmış ve askerlik yaşı gelenleride deftere kayıt etmişlerdir. 1910 Yılına kadar yeni teşkilatlanma tamamlanmıştır.Bu arada alayların adı Mahmut Şevket Paşa tarafından " aşiret alayları " denilmesi karar altına alınmıştır. Hatta bir ara "oğuz alayları" adı verilmek istenmişse de sonradan vazgeçildiğini Fahrettin Altay adı geçen eserinde kaydetmektedir. Daha sonraki yıllarda aşiret alaylarına yeni sancaklar ve fermanlar verilerek eskiden olduğu gibi bunların isatnbula bağlı kalmalarına çalışılmıştır. Hatta bu politika sonucu Viranşehir bölgesinde bulunan Mili aşireti ile Karakeçi aşireti gönüllü olarak balkan savaşlarına üç alay ile katılmışlardır.
I.Dünya savaşında Hamidiye alaylarının yerini alan Suvari alayların dan Viranşehirde bulunan dördüncü tümen ( Milli , Hizir , Dekuri , Tay ve Karakeçi ) kafkasya cephesinde ( Hasan Kale savaşı ) Osmanlı askerleri ile birlikte savaşa katılmışlardır. 1919 Yılına gelindiğinde Milli aşireti ve devlet arasında sürtüşmeler sürüyordu. Daha önceleri asayişi bozabilecekleri gerekçesiyle Urfa da tutuklanan Milli ve Karakeçili aşiret reisleri , aşiretleri yatıştırmak amacıyla 23 Mart 1919 günü hükümet tarfından alınan bir karar ile takibattan kurtuldular. Mukabilinde İbrahim paşanın oğlu Abdulhamidin tutuklanarak Diyarbakır zindanında öldürülmesi haberi ile 8 Haziran 1920 yılında Milli aşireti isyan etti . Bu isyan 18 Haziranda bastırıldı isyanın bastırılması ile suriyeye geçen milli aşireti mensuplarından 2-3 bin kadar insan at ve develer ile bir o kadarı da yaya olarak Viranşehire geldiler. Osmanlı yetkililerinin teslim ol çağrısına milli aşireti ileri gelenlerinin ertesi günü akşamına kadar af çıkarsa zarar ziyanlar ödenirse uyacaklarını cevabını verdiler.
Bu şartlar yerine gelmeyince fermanları çıkan milli aşiretine mensup kuvvetler suriye ye göç etmek zorunda kaldılar.
BALKAN SAVAŞLARINDA VİRANŞEHİR
1910 Yılında patlak veren balkan savaşlarına Viranşehirden Milli aşiretine mensup üç alay , Karakeçili aşiretine mensup iki alayla katılmış lardır. Bunun üzerine iki alay Çatalca hattına , diğerleri de Bolayır cephesi ne gittiler. Savaştan sonra
VİRANŞEHİR KALESİ:
Bugünkü eski su deposunun bulunduğu alçak ve yığma tepenin üst düzlüğü Viranşehir’in ilk iskan yeridir. Buraya Babiller ve Hititler yerleşmiş birlikte bu kaleyi inşaa etmişler. Onu içine alan ikinci sur ise daha sonra yaptırıldı. Yörede yaşayan halklar dış güçlere karşı kendini korumak için bedeni yaptırılmıştır. M.S. 532 yılında İmparator Justinien Viranşehir Kalesi’ni genişleterek tamir ettirmiş ve dış suru ilave ederek müdafaa hendeğini kazdırmıştır.
Kale ilk tahribe M.S 575 yılında İran hükümdarı I. Hüsrev tarafından uğradı. M.S. 622 İyaz Bin Ganam tarafından tamir edildi. İranlılar(sasaniler) ikinci defa yıktırılan Viranşehir Kalesini 757’de halifenin yeğeni İmam Abd-Alvahab yeniletti. 3. büyük tahribi Bizanslılar tarafından yapıldı. 1057-1067 arasında Constanstıos X.Dukas Kalenin surlarını ve müdafaasını yeniletti ve aynı zamanda büyüttü. En son tamir 1181 yılında II.Kılıç Aslan tarafından yaptırıldı. 1258 yılında Hılago tarafından tahrib edildi. En büyük tahrip ise 1401 yılında Timur’un gelişiyle oldu. Daha sonra imarına uğraşıldı ise de eski haline getirilemedi. Günümüzde yer yer kalan burç ve surları görmek mümkündür.
Viranşehir bedenleri(surları) dikdörtgene yakın güneyde Harran kuzeyde Diyarbakır doğuda Bağdat, batıda Urfa kapıları olmak üzere kaleye dört kapıdan girilir ve çıkılırdı.
Doğuda 24, kuzeyde 23 ve güneyde 24 kule ve burçla çevrili idi.
Sur ve burçların inşaasında Urfa Kalesinde görüldüğü gibi gayet muntazam şekilde yontulmuş bazalt taşlardan bunları birbirine perçinleyen gayet sağlam harç kullanmışlardır.
Surların yüksekliğinin 15 m. olduğu bilinmektedir. Bu surlar birincisi daha alçak olmak üzere birbirinden 100-150 m. aralıla inşaa edilmiş üç katla ihata edilmiş bulunmakta idi. Bütün kleyi içerisi devamlı su ile dolu bulunan hendeği çeviriyordu.
Viranşehir’de sur yakınlarında merkezi planlı büyük Martyrion’un kalıntıları görülür. 2-3 yy. dan kalma büyük boyutlu olan bu bina bir bizans yerleşim merkezinin içinde bilinmektedir. Bu gün toprak üstünde sadece büyük ve yüksek bir parçası görülebilen bu yapının çok uzun ve ucu bir apsis ile biten bir bema kısmının oluşu, aslında ortadaki yuvarlak kısmı çepeçevre saran daha geniş çapta bir dış duvarın var olabileceğini akla getirir. Eğer bir kazı ile bütünü ortaya çıkarılacak olursa mimarlık tarihi bakımından çok önemli bir yapının kazanılacağı kesindir. Çevredeki bizans kentinin yapılarına ait bazı mozaik döşemelerden başka Viranşehir’de iki gerekçe yazıt bulunmuştur. Bunlarn iki kervansaray yapımıyla ilgili oluşu dikkate değerdir.
VİRANŞEHİR ‘İN GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE İSİMLERİ:
Milattan binlerce yıl önce dünyada oluşan uygarlıklara beşiklik etmiş olan Viranşehir Sümerler-Hititler ve Asurlar döneminde TİLA, TELA, TELLA ve TİLLİ isimleri geçmektedir. Romalılar döneminde ANTONION POLİS olarak geçer. Bizanslılar döneminde CONSTANTIA olarak geçmektedir. M.S. İslam uygarlığıyla başlayan isimleri TEL MEVZELAHT, TELLMEVZEL ve TEL MUZİN olarak geçmektedir. Urfalı Miteus ‘un vakanamesinde TİLMUZ olarak bahsedilmektedir. Son Osmanlı Döneminde MAXİ MİLAN POLİS olarak bilinmektedir.
MAXİ= Büyük
MİLAN=Milli kelimesinin çoğulu(kabile adı)
POLİS=Şehir(site)
Yöre halkının Viranşehir’e vermiş olduğu isimlerden biri de
ĞEDBEL GEDER= Yeşil Sazlık
Medinetül Gadra= Yeşil şehir
1924 yılında ise Viranşehir ismini almıştır.